La Fontaine'ler , Grimms'ler tükendiğinde hangimiz birer Şehrazat'a dönüşmedik ki. Ben dönüştüm :)
Bu masallar kızım Kibele için spontane uydurulmuş amatör onlarca masalımdan sadece aklımda kalanlar , aslında Kibele için özel birer hediye hepsi.
Her masal Kibele'nin o an ki ruhsal durumuna göre yoğun mesaj içermektedir :)
ÇİRKİN PRENS MAVİLLA
Bir varmış ,
bir yokmuş , evvel zaman içinde yüksek dağların ardında çok zengin bir krallık
varmış. Hazine odası tıka basa doluymuş. Bu zengin ülkenin zengin bir de kralı
, kralında iki oğlu varmış. Küçük prens Mavir altın rengi saçlarıyla , güzel
yüzüyle , uzun boyuyla yakışıklımı yakışıklı iken büyük prens Mavilla kambur ,
kel kafalı , uzun karga burunlu , çirkin mi çirkin bir prensmiş ama altın gibi
bir kalbe sahipmiş.
Bir gün
kraliçe hastalanmış ve ölmüş. Kral buna pek üzülmüş , yüzü gülmez olmuş. Tek
arzusu çok sevdiği karısına kavuşmakmış. Bu üzüntü onu da hasta etmiş. Hasta
yatağında iken iki oğlunu da yanına çağırtmış.
- Oğullarım
ben ölüyorum. Yerime ikinizden birinin tacı giymesi ve bu zengin ülkeyi adaletle
yönetmesi gerekiyor. Kanunlara göre bu hak büyük oğlum Mavilla'ya ait ama
halkımın tahta Mavir'in geçmesini istediğini biliyorum , bu yüzden küçük oğlum
Mavir bundan sonra bu ülkenin kralıdır
demiş ve
gözlerini yummuş. İki prens de çok üzülmüşler tabii ama Mavilla farklı iki
üzüntü yaşıyormuş. Birincisi annesinden sonra babasını da kaybetmiş olması ,
ikincisi ise çirkinliği yüzünden , onun hakkı olmasına rağmen tahtın kardeşine
verilmesiymiş.
Mavir tahta
geçip kral olunca ilk iş olarak bütün sarayı altın işlemeli aynalarla donatmış.
Her baktığı yönde yakışıklılığını görmek istiyormuş. Ağabeyi Mavilla'nın ise bu
her yerdeki aynalardan çok rahatsız olduğunun farkındaymış ve bu çok hoşuna
gidiyormuş.
Kral Mavir
her gün balolar düzenliyor , hazinedeki çil çil altınları boş yere israf
ediyormuş. Ağabeyi Mavilla bu duruma daha fazla sessiz kalamamış.
-Hazineyi
boş yere israf ediyorsun. Halkına iyilik için değil , kendi eğlencen için
altınları harcıyorsun
diye
çıkışmış. Çok sinirlenen Kral Mavir hizmetçilere ağabeyi Mavilla'yı saraydan
atmalarını ve bir daha asla içeri almamalarını emretmiş.
İki gözü iki
çeşme olan Mavilla nereye gittiğini bilmeden yürümüş , yürümüş , yürümüş. Bir
yandan ağlıyor bir yandan da ,
- Güzel
anneciğim beni bir tek sen seviyordun , kamburumu , kel kafamı sevgiyle
okşuyordun. Beni de al yanına
diye
ağlıyormuş. Yorgunluktan gözyaşları içinde olduğu yerde uyuyakalmış. Sabah
güneşinin parlak ışıkları yüzüne vurunca gözlerini açmış. Birde ne görsün ,
cennet bahçesi gibi mavi çiçeklerin içerisindeymiş. Bu çiçekler gökyüzü mavisi
, yaprakları ise pembeymiş ve harika kokuyorlarmış. Daha dikkatli bakınca bir
tanesinin kurumakta olduğunu , boynunu büktüğünü fark etmiş. Hemen pırıl pırıl
parlayan dereye koşmuş , iki elini birleştirip bolca su doldurmuş , getirip
çiçeğin hayatını kurtarmış. Suya kavuşan solgun mavi çiçek önce bir silkinmiş ,
sonra bükük boynunu düzelterek ''Beni kokla'' dermişcesine kıpırdanmış. Çiçeği
anlamış gibi Mavilla eğilip çiçeği koklamış. O anda Mavilla'nın uzun , karga burnu
küçülerek çok güzel bir hal almış. Bunu fark etmeyen Mavilla yoluna devam
etmiş.
Saatlerce
yürüyen Mavilla hala çok üzgünmüş. Birden yardım isteyen birinin sesini duymuş.
İleride taze çimenler üzerinde sarı tüllerden bir elbise giymiş olan , bembeyaz
saçlı bir kız görmüş. Kızda Mavilla gibi üzgün ve gözü yaşlıymış. Mavilla niye
ağladığını sormuş.
-Bileğim
burkuldu , yürüyemiyorum. Hava kararmadan evime gitmek , anneme babama kavuşmak
istiyorum ama ayağımı bile kıpırdatamıyorum
diye
ağlamaya devam etmiş beyaz saçlı kız. Mavilla evinin nerede olduğunu sormuş.
-Şu
karşıdaki dağın hemen arkasındaki beyaz ev
demiş kız. Mavilla
beyaz saçlı bu güzel kızı sırtına almış , başlamış taşımaya. Dağ göründüğü
kadar yakın değilmiş. Yarım gün sırtında taşımış güzel kızı , yorgunluktan
bitmiş. Bilmediği bir şey varmış. Beyaz saçlı kızı sırtında taşıdığı her an
kamburu yavaş yavaş düzeliyormuş. Nihayet beyaz eve varmışlar. Kızlarını çok
merak eden anne ve baba kızlarına sarılıp ağlamışlar. Mavilla'ya sayısız
teşekkür edip , onlardan bir şey dilemesini istemişler ama Mavilla ,
-Ben iyilik
olması için taşıdım kızınızı , karşılık istemek için değil
demiş ve el
sallayarak yoluna devam etmiş. O kadar yorgunmuş ki niyeti oturup dinlenmekmiş.
Tam taze çimenlere oturacağı anda bir kişneme duymuş. Sesin geldiği yöne bakmış
, birde ne görsün. Leylak renginde muhteşem bir at. Atın yeleleri ve kuyruğu da
mor renkteymiş. Atın güzelliğinden büyülenen Mavilla ata doğru yaklaşmış. At
kaçmamış çünkü acil yardıma ihtiyacı varmış. Yeşilliklerden yemek isterken
diline büyük bir diken saplanmış. Dilini uzatarak Mavilla'nın dikeni görmesini
sağlamış. Mavilla elleriyle usulca dikeni çekmiş ve bu güzel atı acılarından
kurtarmış. At sevgiyle ve şükranla Mavilla'nın kel başını yalamış. Anında
Mavilla'nın başından sarı saçlar fışkırmış ama Mavilla bukle bukle sarı
saçlarından habersizmiş.
Tüm bunlar
yaşanırken Kral Mavir'in ülkesinde hazine odası boşalmış. Mavir'in altınları
israf etmesi yüzünden ülkede fakirlik başlamış. Halk söylenmeye başlamış.
-Böyle
olmayacak. Keşke prens Mavilla kral olsaydı , çirkindi ama iyi kalpliydi , çil
çil altınları israf etmezdi , iyilik için uğraşırdı. Biz hata ettik
demişler ve
Mavilla'yı bulup tahta oturtmak için yola düşüp aramaya başlamışlar.
Mavilla ise
yaptığı iyilikler için mutlu olsa da , uğradığı haksızlıklar aklına düşünce
içini hüzün kaplıyormuş. Annesini düşünüyormuş hep. Ona kavuşmak istiyormuş.
Aslında istediği ''sevilmek'' imiş. Bu düşünceler içerisindeyken kendisine
kalabalık bir gurubun yaklaştığını fark edememiş. Kalabalıktan birisi
Mavilla'ya yaklaşarak ,
-Yakışıklı
beyim acaba buralardan arkadaki krallığın prensi Mavilla geçti mi ?. Onu
gördünüz mü ?
diye sormuş.
Mavilla çok şaşırmış.
-Mavilla
benim. Tanımadınız mı beni ?
demiş ama
krallık halkı inanmamış.
-Asil beyim
siz çok güzelsiniz. Bizim aradığımız prens Mavilla kambur , kel kafalı , uzun
karga burunlu idi. Siz ise bir güneş gibi parıldıyorsunuz
Bu sözlerin
üzerine Mavilla hemen en yakındaki dereye doğru koşmuş. Sudaki yansımasına
bakmış. Gözlerine inanamamış. Hayallerinden bile daha güzel görünüyormuş. Bu ,
kalbindeki güzelliğin dışa yansımasıymış.
Krallıktan
gelen insanlara cebinden krallık mührünü çıkarıp göstermiş. Birlikte saraya
dönmüşler. Mavir'in yerine iyi kalpli Mavilla tahta geçip kral olmuş. Hazine
günden güne dolmaya başlamış. Ülkedeki yardıma muhtaç insanları bir bir tespit
ettirmiş Kral Mavilla ve hepsinin ihtiyaçlarını gidermiş.
Mavilla'nın
yarım gün sırtında taşıyıp ailesine kavuşturduğu beyaz saçlı kız aslında periymiş.
Saraya Kral Mavilla'yı görmeye gelmişler. Beyaz saçlı kızın peri anne ve peri
babası ülke için mutluluk dilemiş. Peri kız ile Mavilla evlenmişler. Ülkedeki
herkes çok mutluymuş.
Mavir'e ne
mi olmuş ?
Sihirli
ormanda yardıma ihtiyacı olan hiç kimseye yardım etmediği için içinin
çirkinliği dışına yansımış. Yine de kendini çok beğeniyormuş. Ormanda ayna
olmadığı için deredeki yansımasına bakıp bakıp duruyormuş. Bir gün ayağı kaymış
ve boğulup gitmiş.

BULUT ÜLKESİNİN CÜCELERİ
Masmavi göklerin bembeyaz pamuk bulutlarında
bulut cüceleri her zamanki gibi bulutların içine saklanıyorlarmış. Çünkü bulut
ülkesinin en büyük bulutundaki devasa şatosunda yumuşak bulutların aksine taş kalpli
kralları yaşıyormuş ve bu kral canının istediği herkesi değneğiyle itip
bulutlardan aşağı atıyormuş. Korkusundan hiç kimse kralın karşısına çıkmaya
cesaret edemiyor ve taş kalpli kral şatosundan çıkıp ülkesini gezeceği zaman
bulutların içine saklanıyorlarmış.
Çok zaman geçmiş. Kral artık dolaşmaya
çıktığında bulutların üzerinde konuşacak , azarlayacak hatta sohbet edecek
kimseyi bulamıyor ve daha çok sinirleniyormuş. Daha fazla dayanamamış ve askerleri
çağırmış.
-Tüm bulut cücelerine emrimi duyurun , her kim
ben dolaşırken saklanmaz kendini gösterirse sihirli değneğim onun içinden geçen
dileği anında yerine getirecek , demiş.
Askerler kralın dediğini hemen yapmışlar , çünkü
onlarda bulutlardan aşağı atılmaktan çok korkuyorlarmış. Kral ertesi sabah
heyecanla uyanıp dolaşmaya hemen çıkabilmek için çarçabuk hazırlanmış. Maalesef
hiç kimsecikler yokmuş güzel bulut ülkesinde. Ertesi günde sonuç değişmemiş ama
üçüncü gün yağmur bulutunun üzerinde bir oğlan cüce görmüş.
Hemen yaklaşmış ,
Hemen yaklaşmış ,
-Adın ne senin
-Yağmur kralım
-Söyle bakalım benden korkmuyor musun ?
-Çok korkuyorum kralım
Bu söz karşısında taş kalpli kral şaşırmış.
-O zaman niye saklanmadın sende diğerleri gibi
-Çünkü kralım sana diyeceklerim var
-Neymiş bakalım ?
-Ama kralım beni de aşağıya atmadan önce
dileğimi yerine getireceğinize söz vermenizi istiyorum sizden , yoksa hiçbir
şey söylemem size
Kral sihirli değneğin dileği her ne ise anında
yerine getireceğine dair söz vermiş çocuğa , içinden de ‘’en fazla pamuk şeker
falan ister ’’ diye düşünüyormuş. Çocuk cüce başlamış anlatmaya,
-Yüce kralım sizin mutsuzluğunuz yüzünden tüm
cüce halkımızda mutsuz oldu çünkü mutsuzluk da aynen mutluluk gibi bulaşıcı.
Cücelerimiz sizin taş kalbiniz yüzünden güzel , yumuşacık bulutlarda neşeyle
dans edip gülemiyorlar, halbuki yerlerde göklerde cennet gibi...
-Seni kendini bilmez cüce seni , seni şimdi
atayım da gör bakalım cenneti , diye hiddetlenmiş kral.
-Ama kralım sözünüz var
Der demez sihirli değnek cüce çocuğun içinden
geçeni anlayıp dileğini yerine getirmiş. Cüce çocuğun dileği gökkuşağının
anahtarı imiş. Anahtarla gökkuşağı kapısını açmış ve kahkahalar atarak
gökkuşağından kaymış ve yeryüzüne inmiş ama kralın yüzüne gerçekleri söylediği
için içi çok rahatmış.
Gökkuşağının kapısının anahtarı cüce çocuk da
kaldığı için kapı hep açık kalmış , kraldan korkanlar gökkuşağından kayarak
ondan kaçıyorlarmış. Bulut ülkesinde her geçen gün daha az cüce kalıyormuş. Kral
hatasını anlamış ve mutlu olmaya çalışmış. Cüce çocuk haklı çıkmış , mutluluk
da gerçekten bulaşıcıymış ve bulut halkına da bulaşmış.
Artık bulutlardan neşeli kahkaha sesleri
geliyormuş. Açık sözlü , cesur cüce çocuğu ise bir daha gören olmamış.

KIRMIZI SARDUNYA
Güzeller güzeli tatlı Ayşecik evde çok sıkılıyormuş çünkü
anne ve babası çalıştığı için anneannesi ile kalıyor , anneannesi de Ayşecik'in
bütün oynama isteklerini 'belim ağrıyor' yada 'yorgunum güzel torunum' diyerek
geri çeviriyormuş.
Gece yatmadan önce camdan dışarı bakarak duasını ederken
göklerde çok parlak bir yıldızın kaydığını görmüş , hemen dilek dilemiş .
Ayşecik'in dileği yalnızlığından kurtulmakmış elbette.
Sabah her zamanki gibi bir gün yaşayacağını düşünen Ayşecik
yataktan kalkmış ve hep yaptığı gibi saksıdaki kırmızı sardunyasını koklamış ,
en sevdiği kokuymuş bu.
-Hey bırak beni gıdıklanıyorum, diye bir ses duymasıyla sıçraması bir olmuş
-Kim var , kim o !
-Benim Ayşecik günaydın , ben kırmızı sardunya
-Ama nasıl olur çiçekler konuşamaz ki !
-Gece tuttuğun dilek yüzünden arkadaşım , ben seni hep
duyuyordum zaten , şimdi sende beni duyuyorsun ne güzel
Derken güçlü bir ses daha işitmiş.
-Açın şu camı da bende günaydın diyeyim , sarılıp ısıtayım
arkadaşımı
Ayşecik şaşkına dönmüş , sesin nerden geldiğini anlayamamış
önce ama camı da açmış , bir de ne görsün , muhteşem güzelliğiyle güneş onunla
konuşmuyor mu ?
-Günaydın Ayşecik nihayet sende bizleri duyuyorsun artık
Sırayla büyük çınar ağacı , bir sokak köpeği ve iki minik
kırlangıç daha günaydın demiş Ayşeciğe. Ayşecik heyecanla anneannesine koşmuş,
-Anneanne anneanne çiçek , köpek hatta güneş bile benimle
konuştu
-Aa öylemi ne güzel işte torunum sende merak ettiklerini sor
onlara o zaman , demiş.
Ayşecik anlamış anneannesinin ona inanmadığını ama
üzülmemiş. Anneannesinin dediğini yapıp sorular sormuş konuşmuş onlarla. Minik
kırlangıçlar '' Kış geldiğinde camın
önüne bizim için biraz ekmek kırıntısı koy lütfen '' demişler. Köpek '' Ben
suda isterim '' diye havlamış. Ayşecik günün nasıl geçtiğini bile anlamamış ,
akşam olunca mutlulukla güzel rüyalara dalmış.
Sabah kalkmış ve 'günaydın' demiş kırmızı sardunyaya ama
karşılık olarak sadece mis kokular gelmiş. Camı açıp güneşe bağırmış ,
-Günaydın
Yine karşılık olarak yüzünde bir sıcaklık hissetmiş sadece.
Minik kırlangıçlara ekmek kırıntısı koymuş aceleyle , kuşlar hemen gelip
gagalamaya başlamışlar ekmekleri ve dönüp Ayşeciğin gözlerinin içine minnetle
bakmışlar. Ulu çınarda yapraklarını savurmuş . Ayşecik hayal kırıklığı içinde
anneannesine koşmuş.
-Anneanne hiçbiri artık konuşmuyor benimle ama neden , diye
ağlamış.
-Üzülme güzel torunum,
demiş anneannesi sevgiyle
-Onlar seni yine görüyor ve duyuyor. Yalnız değilsin sen ,
sende Tabiat Ana'yı , doğayı sev akıllı torunum , emin ol karşılığını
fazlasıyla alırsın.
Ayşecik de biliyormuş hepsinin hala kendini duyduğunu ve
artık yalnız hissetmiyormuş kendini. Zaten çok geçmeden evlerinin yanına
çocukları olan bir aile taşınmış. Ayşecik artık çok mutluymuş.

YETENEK PERİSİ
Güneşli
bir bahar sabahı gökyüzündeki yumuşacık bulutların üzerinde , parlak taşlarla
süslü şatolarının bahçesinde Yetenek Perisi Peritozu ile Akıl Perisi Zekiperi
dertleşiyorlarmış.
-Şu
aşağı köydeki çocuklar top oynamaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar
diye üzüntüyle dert yanmış Peritozu.
diye üzüntüyle dert yanmış Peritozu.
-Oysa ki yaparken zevk alınacak ne kadar da çok şey
var ama onlar için varsa yoksa top , keşke içlerinden biri bir şeylerle uğraşsa
da bende onların en çok istedikleri dileklerini gerçekleştirsem , canımda bu
kadar sıkılmasa
Peritozuna
üzülen Zekiperi hemen bir akıl vermiş.
-Sen
o çocuklara bir yetenek versen olmaz mı Peritozu , mesela resim yeteneği , bir
müzik aleti çalabilme yeteneği
-Olmaz diye atlamış hemen Peritozu
-İlk
önce onların içinden gelmesi , onların istemesi lazım , ah bir başlasalar neler
yapacağım ama
**
Bulutların
üstündeki bu konuşmalardan habersiz , aşağı köyde evinin kapısında dışarı
çıkmaya hazırlanan Ahmet’e annesi kızıyormuş.
-Varsa
yoksa top koşturun siz , başka işiniz yok mu sizin yahu ?
-Of
anne sende taktın bizim şu topa , koşturuyoruz işte , başka ne yapalım ?
-Bak
baban sana kendi sazını verdi , al eline de bir dene bakalım , belki seversin
-Olmaz
anne maçımız var
Küt
diye kapandı kapı , annesinin ağzı açık kaldı , çünkü Ahmet çoktan gitmişti.
Koşarak
gidip arkadaşlarını buldu Ahmet , arkadaşları her zamanki yerlerindeydiler.
Köyün
meydanındaki yaşlı Söğüt ağacının önünde , yere oturmuş Ahmet’i bekliyorlardı.
-Nerde
kaldın Ahmet , seni bekliyoruz yarım saattir
diye bağırdı Metin.
diye bağırdı Metin.
-Off
nerde kalacağım , Annem yine başladı ‘’ al sazı eline ‘’ diye
-Alsaydın
ya oğlum bizde oynardık , göbek atardık ne güzel , oh oh
diye kıvırmış Serdar.
diye kıvırmış Serdar.
Bulutların
üstündeki şatosundan inip , söğüt ağacının üzerinde , gizlice çocukların
konuşmasını dinleyen Peritozu , Serdar’a gülerken neredeyse ağaçtan düşüyormuş
, sihirli değneği de neredeyse Ahmet’in kafasına düşecekmiş.
Çocuklar
da gülüşüyorlarmış , top molalarında
sohbet etmek en zevk aldıkları şeymiş.
-Sorma
ya babamda bana diyor , yok efendim kasabadaki spor kursuna yazılacakmışım
falan filan , bende ‘’baba ben zaten akşama kadar spor yapıyorum’’ dedim
Serdar’ın bu sözüne de gülüştüler , aslında hepsi çok akıllı çocuklardı , Ahmet dayanamadı.
Serdar’ın bu sözüne de gülüştüler , aslında hepsi çok akıllı çocuklardı , Ahmet dayanamadı.
-Ya
arkadaşlar acaba denesek mi birşeyler , belki içimizden çok yetenekli ressamlar
, şairler çıkar ne dersiniz ?
Elif
birden heyecanla ayağa kalktı , kollarını iki yana açıp , sevinçle bağırdı.
-Biliyor musunuz
arkadaşlar bize geçen gün teyzem geldi , bana boya kalemleri getirmiş , öyle
güzel renkleri var ki , sizin kaçan toplarınızın peşinden koşacağıma acaba
resim mi yapsam , zaten beni oyuna
almıyorsunuz
Suratını
astı , sonra elini çenesine koyup biraz düşündü.
-Acaba
ne resmi yapsam ?
‘’Beni
yap , beni yap ‘’ diye bağırdı Ahmet. Gülüşmekten topu unutmuşlardı , derken en
kısa boyluları ve en küçükleri yedi yaşındaki Can’ın aklına geldi top.
-Arkadaşlar
topu unuttunuz , hadi kalksanıza
Ama
artık hiçbirinin canı top oynamak istemiyordu , hepsi ben ne yapabilirim diye
düşünüyordu , derken Metin utangaç utangaç konuştu.
-Aslında
ben güzel şiir yazarım
Bir
sessizlik oldu , şaşırmışlardı.
-Hiç
bilmiyordum
dedi Ahmet.
dedi Ahmet.
-Niye
bize hiç söylemedin
-Ne
bileyim dalga geçersiniz diye heralde
-Niye
dalga geçelim canım , belki büyüyünce meşhur bir şair olursun , bizde hava
atarız ‘’bak bu benim çocukluk arkadaşım’’ diye
-Bu
küçükken hep gol yerdi deriz
Can
gülmesini kesip sordu.
-İyi
de arkadaşlar ne yapacağız ki
-Ben
biliyorum , gideceğiz ve Bilge Muhtara soracağız , o bize söyler ne
yapacağımızı
Hepsi
sevindi. Bilge Muhtar köyün en yaşlısı ve en bilge kişisiydi. O herşeyi bilirdi ,
hemen ayağa kalktılar ve Bilge Muhtarın evinin yolunu tuttular.
**
-Kimdir
o ?
diye bağırdı Bilge Muhtar.
diye bağırdı Bilge Muhtar.
-Aa
çocuklar sizmisiniz , hoşgeldiniz , hadi gelin içeri
Eve
girer girmez Ahmet hemen söze girdi.
-Bilge Muhtar amca bize bir akıl lazım
-Akıl
mı ? Hayırdır çocuklar , anlatın bakalım
-Biz
bir şeyler yapıp uğraşmak istiyoruz ama elimizden ne gelir bilmiyoruz , annem
bana saz çal diyor ama beş kişiyiz hepimizin sazı yok ki
-Hımm
anladım hobi istiyorsunuz yani
-Hobi mi
? O da ne ?
Çocuklar şaşırmıştı. Bilge Muhtar güldü.
Çocuklar şaşırmıştı. Bilge Muhtar güldü.
-Benim
akıllı çocuklarım o istediğiniz şeyin adı hobidir. Hobi boş vakitleri eğlenceli
ve güzel kılar , herkesin bir hobisi olmalıdır aslında , sizde çok iyi
düşünmüşsünüz , aferin size , aferin
-İyi
ama ne yapacağız
-Ne
mi ? durun bir düşüneyim , evet buldum
diyerek sakalını sıvazladı Bilge Muhtar.
diyerek sakalını sıvazladı Bilge Muhtar.
-Ahmet
sen sazı bir dene bakalım , Metin sen...
der
demez çocuklar bir ağızdan bağırdı.
-O şair Bilge Muhtar amca
-Aa
öylemi tamam sen şairliğe devam Metin , Elif sen...
yine
çocuklar bir ağızdan bağırdı.
-O da
ressam Bilge Muhtar amca
-Eee
siz bulmuşsunuz işte ne yapacağınızı bana niye geldiniz ?
-İyi
ama Bilge Muhtar amca Serdar’la Can ne yapacak ?
-O kolay
dedi Bilge Muhtar.
dedi Bilge Muhtar.
-Serdar
sen kukla oyununa bayılırsın sende kuklacı ol
Serdar
şaşırmıştı.
-Ben
nasıl yaparım hem zor hem de benim hiç kuklam yok ki
Bilge
Muhtar yavaşça kalktı yerinden gitti karşıdaki dolabı açtı , içinden çok güzel
iki kukla çıkardı , elbiseleri parıl parıl parlıyordu kuklaların , çocukların
gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmıştı.
-Al
bakalım oğlum Serdar , bunlarda benden sana başlangıç hediyesi olsun , Can
oğlum sana gelince , sen hayvanları çok seversin , onlarla oynar , anlaşırsın ,
sende en sevdiğin hayvanı seç bakalım
-Ben
hepsini severim Bilge Muhtar amca ama
derken gözü kafesteki kanaryalara takıldı. Ne kadar da güzellerdi.
derken gözü kafesteki kanaryalara takıldı. Ne kadar da güzellerdi.
-Heralde
en çok , evet en çok kuşları severim
-Tamam
o zaman sende kuş besleyeceksin
dedi Bilge Muhtar ve yine ayağa kalktı , gitti kafesin içinden en tombulunu yavaşça aldı ve Can’a uzattı.
dedi Bilge Muhtar ve yine ayağa kalktı , gitti kafesin içinden en tombulunu yavaşça aldı ve Can’a uzattı.
-Al
bunu , ötüşü evine neşe getirir ama unutma iyi bakım ister ve sana yakında bir
sürprizi olabilir
diyerek
Can’a gizlice göz kırptı.
Çocuklar
sırayla Bilge Muhtarın elini öptüler ve bol bol teşekkür ederek çıktılar.
**
Bilge
Muhtarın evinin bitişiğinde , arkadaşları Osman oturuyordu. Osman top peşinde
koşarken ayak bileğini incitmişti. Ayağı iyileşene kadar ayağa kalkması ,
yürümesi yasaktı. Onu bahçede , ağaç dibinde otururken görünce hemen yanına
koştular , heyecanla olup biteni anlattılar , kanaryayı ve kuklaları
gösterdiler , Osman içinden ‘’şunlara bak iki gün sonra doğum günüm var ama
hiçbiri hatırlamıyor , demek ki gözden uzak olan gönülden de uzak oluyormuş’’
diye düşünerek üzüldü , suratını astı.Çocuklar
Osman’ın yanından ayrılınca Ahmet diğerlerine döndü.
-Arkadaşlar
Osman’ın iki gün sonra doğum günü var ama benim hiç param yok , zaten harçlığım
kuş kadar birşeydi oda uçtu gitti
dedi. Yine gülüştüler ama hepsi aynı durumdaydı , hiçbirinin parası yoktu , ne yapacaklarını düşünerek evlerine dağıldılar.
dedi. Yine gülüştüler ama hepsi aynı durumdaydı , hiçbirinin parası yoktu , ne yapacaklarını düşünerek evlerine dağıldılar.
Eve
varır varmaz hepsi hemen yeni hobilerinin ilk çalışmalarına başladılar. Can
bahçede kafes yapabileceği birşeyler arıyordu. Elif rengarenk boya kalemlerini
sermişti halıya. Metin elinde kağıt kalem nerden başlasam diye düşünüyordu.
Serdar kuklalara bayılmıştı , iplerini çekerek onlar konuşuyormuş gibi kendisi
konuşup gülüyordu. Ahmet ise elinde sazı çok kötü sesler çıkarıyordu.
Ahmet’in
annesi kapı arkasından kötü seslere aldırış etmeden oğlunu gözetliyor ve onunla
gurur duyuyordu. Yoruluncaya kadar uğraştılar ama ilk akşam hiçbiri başarılı
olamadı , hobi de ne zor işti böyle.
Moralleri
bozuk , başlarını yastığa koyar koymaz
uykuya daldılar. Gece
Yetenek Perisi Peritozu gelip , gurur duyduğu bu akıllı çocukların hepsinin
başucunda sihirli değneğini üç kez salladı , sihirli değnekten çıkan pırıl pırıl
altın rengi tozlar çocukları aydınlattı ama hiçbiri bunu göremedi.
**
Sabah
hepsi kalkıp hemen hobilerine koştular , artık evde hiçbirinin canı
sıkılmıyordu.
Anneleri
‘’ hayır , ilk önce kahvaltı yapılacak ‘’ diye kızınca önce kahvaltılarını
yapıp sonra yine hobilerine koştular , hobi zordu belki ama ne kadar da zevkliydi.
Öğlen
olunca köyün meydanındaki söğüt ağacına istemeye istemeye gidip buluştular. Yarım
saat kadar top oynadılar , aslında hepsi top oynamak değil , eve hobilerinin yanına
koşup gitmek istiyorlardı. Nihayet Metin;
-Arkadaşlar
topu daha sonra oynasak olmaz mı , benim şiirim yarım kaldı , gidip tamamlamak
istiyorum
deyince hemen kabul ettiler ve eve koşmaya başladılar.
deyince hemen kabul ettiler ve eve koşmaya başladılar.
**
Ertesi
gün neşeyle kalktılar , çünkü bugün Osman’ın doğum günüydü , kahvaltılarını
yapıp , dişlerini fırçaladılar , en güzel elbiselerini giydiler. Elif annesine
saçlarını güzel bir atkuyruğu yaptırmıştı.
Aynı
yerde buluşup beş arkadaş beraber
Osman’ın evine gittiler.
Osman
onları görünce çok sevindi , unuttuklarını sanıyordu ama hepsi oradaydı , çok
mutlu oldu. Osman’ın
annesi meyveli kek , patates salatası ve ayran hazırlamıştı , afiyetle yediler
ama bir şeyler eksikti sanki , eğlenemiyorlardı. Ahmet
daha fazla dayanamayıp ayağa kalktı , sazını çıkardı ve başladı şarkı söylemeye.
‘’ Bizim köyün dağları hep sistir , sis
sis
Bizim köyün çiçekleri hep mis kokar ,
mis mis ‘’
Diğerleri
de el şaklatarak başladılar oynamaya , nihayet eğlenmeye başlamışlardı. Sonra
Metin ayağa kalktı ve Osman’a yazdığı şiiri yüksek sesle okudu.
‘’ Ne yazık ki ben tek
kardeşim
Bu bazen canımı sıkar ,
Ama kardeş gibi
Canım arkadaşlarım var. ‘’
Osman çok duygulandı ve mutlu oldu , diğerleri
ayağa fırlayıp Metin’i alkışladılar.
Elif
ise Osman’ın bahçede otururken resmini yapmıştı. Utanarak resmi Osman’a uzattı.
-‘’Bunu
sakla arkadaşım , buna baktıkça bahçede oturduğun günleri hatırlar daha
dikkatli olur , ayağını bir daha kırmazsın , dikkat edersin ‘’
Hepsi
birden gülüştüler. Osman resmini çok beğenmişti. İlk defa birisi onun resmini
yapıyordu. Resmi odasında duvara asacağını söyleyerek aldı Elif’den , sonra Serdar
fırladı ayağa.
-Sıra
bende oturun bakalım arkadaşlar
dedi. Hazırlıklarını yaptı , kukla oyununa başladı , çocuklar hiçbir zaman bu kadar eğlenmediklerini düşündüler , ne kadar güzel bir gündü. Kukla oyununda çok güldüler çünkü Serdar kuklalardan birine Osman adını takmıştı ve kukla Osman çok komikti. Top oynarken yere düşüyor ,‘’ yandım anam ‘’ diye bağırıyordu.
dedi. Hazırlıklarını yaptı , kukla oyununa başladı , çocuklar hiçbir zaman bu kadar eğlenmediklerini düşündüler , ne kadar güzel bir gündü. Kukla oyununda çok güldüler çünkü Serdar kuklalardan birine Osman adını takmıştı ve kukla Osman çok komikti. Top oynarken yere düşüyor ,‘’ yandım anam ‘’ diye bağırıyordu.
Günün
en şaşırtan şeyi ise Bilge Muhtar amcanın bahsettiği sürpriz idi. Tombul
ve güzel sarı kanarya akşam yumurtlamıştı , bebek kanarya artık Osman'ındı.
Nihayet Osman’ında bir hobisi olmuştu.
O
gün doyasıya eğlenip , doyasıya güldüler. Hepsi bir işe yaradıklarını düşünüyor
ve kendilerini çok yetenekli ve özel hissediyorlardı. Haklıydılar. Harika
şeyler hazırlamışlardı ve hayatlarının en güzel gününü yaşamışlardı.
**
Hobilerine
devam ettiler.
Akıl
Perisi Zekiperi’de arkadaşı Peritozu’yla beraber çocuklara akıltozu serpmeye
başladı.
Onlar
hobilerine devam ettikçe Yetenek Perisi Peritozu’da altın rengi tozlarını
onlara serpmeye devam etti.
Böylelikle
her geçen gün daha mutlu ve daha başarılı oldular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder