Kibele'ye Masallar

Uyarı : 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa göre bu blogdan, kaynak göstererek veya göstermeyerek alıntı yapmak yasaktır. 


La Fontaine'ler , Grimms'ler tükendiğinde hangimiz birer Şehrazat'a dönüşmedik ki. Ben dönüştüm :)
Bu masallar kızım Kibele için spontane uydurulmuş amatör onlarca masalımdan sadece aklımda kalanlar , aslında Kibele için özel birer hediye hepsi.
Her masal Kibele'nin o an ki ruhsal durumuna göre yoğun mesaj içermektedir :)


ÇİRKİN PRENS MAVİLLA


Bir varmış , bir yokmuş , evvel zaman içinde yüksek dağların ardında çok zengin bir krallık varmış. Hazine odası tıka basa doluymuş. Bu zengin ülkenin zengin bir de kralı , kralında iki oğlu varmış. Küçük prens Mavir altın rengi saçlarıyla , güzel yüzüyle , uzun boyuyla yakışıklımı yakışıklı iken büyük prens Mavilla kambur , kel kafalı , uzun karga burunlu , çirkin mi çirkin bir prensmiş ama altın gibi bir kalbe sahipmiş.

Bir gün kraliçe hastalanmış ve ölmüş. Kral buna pek üzülmüş , yüzü gülmez olmuş. Tek arzusu çok sevdiği karısına kavuşmakmış. Bu üzüntü onu da hasta etmiş. Hasta yatağında iken iki oğlunu da yanına çağırtmış.

- Oğullarım ben ölüyorum. Yerime ikinizden birinin tacı giymesi ve bu zengin ülkeyi adaletle yönetmesi gerekiyor. Kanunlara göre bu hak büyük oğlum Mavilla'ya ait ama halkımın tahta Mavir'in geçmesini istediğini biliyorum , bu yüzden küçük oğlum Mavir bundan sonra bu ülkenin kralıdır

demiş ve gözlerini yummuş. İki prens de çok üzülmüşler tabii ama Mavilla farklı iki üzüntü yaşıyormuş. Birincisi annesinden sonra babasını da kaybetmiş olması , ikincisi ise çirkinliği yüzünden , onun hakkı olmasına rağmen tahtın kardeşine verilmesiymiş.

Mavir tahta geçip kral olunca ilk iş olarak bütün sarayı altın işlemeli aynalarla donatmış. Her baktığı yönde yakışıklılığını görmek istiyormuş. Ağabeyi Mavilla'nın ise bu her yerdeki aynalardan çok rahatsız olduğunun farkındaymış ve bu çok hoşuna gidiyormuş.

Kral Mavir her gün balolar düzenliyor , hazinedeki çil çil altınları boş yere israf ediyormuş. Ağabeyi Mavilla bu duruma daha fazla sessiz kalamamış.

-Hazineyi boş yere israf ediyorsun. Halkına iyilik için değil , kendi eğlencen için altınları harcıyorsun

diye çıkışmış. Çok sinirlenen Kral Mavir hizmetçilere ağabeyi Mavilla'yı saraydan atmalarını ve bir daha asla içeri almamalarını emretmiş.

İki gözü iki çeşme olan Mavilla nereye gittiğini bilmeden yürümüş , yürümüş , yürümüş. Bir yandan ağlıyor bir yandan da ,

- Güzel anneciğim beni bir tek sen seviyordun , kamburumu , kel kafamı sevgiyle okşuyordun. Beni de al yanına

diye ağlıyormuş. Yorgunluktan gözyaşları içinde olduğu yerde uyuyakalmış. Sabah güneşinin parlak ışıkları yüzüne vurunca gözlerini açmış. Birde ne görsün , cennet bahçesi gibi mavi çiçeklerin içerisindeymiş. Bu çiçekler gökyüzü mavisi , yaprakları ise pembeymiş ve harika kokuyorlarmış. Daha dikkatli bakınca bir tanesinin kurumakta olduğunu , boynunu büktüğünü fark etmiş. Hemen pırıl pırıl parlayan dereye koşmuş , iki elini birleştirip bolca su doldurmuş , getirip çiçeğin hayatını kurtarmış. Suya kavuşan solgun mavi çiçek önce bir silkinmiş , sonra bükük boynunu düzelterek ''Beni kokla'' dermişcesine kıpırdanmış. Çiçeği anlamış gibi Mavilla eğilip çiçeği koklamış. O anda Mavilla'nın uzun , karga burnu küçülerek çok güzel bir hal almış. Bunu fark etmeyen Mavilla yoluna devam etmiş.

Saatlerce yürüyen Mavilla hala çok üzgünmüş. Birden yardım isteyen birinin sesini duymuş. İleride taze çimenler üzerinde sarı tüllerden bir elbise giymiş olan , bembeyaz saçlı bir kız görmüş. Kızda Mavilla gibi üzgün ve gözü yaşlıymış. Mavilla niye ağladığını sormuş.

-Bileğim burkuldu , yürüyemiyorum. Hava kararmadan evime gitmek , anneme babama kavuşmak istiyorum ama ayağımı bile kıpırdatamıyorum

diye ağlamaya devam etmiş beyaz saçlı kız. Mavilla evinin nerede olduğunu sormuş.

-Şu karşıdaki dağın hemen arkasındaki beyaz ev

demiş kız. Mavilla beyaz saçlı bu güzel kızı sırtına almış , başlamış taşımaya. Dağ göründüğü kadar yakın değilmiş. Yarım gün sırtında taşımış güzel kızı , yorgunluktan bitmiş. Bilmediği bir şey varmış. Beyaz saçlı kızı sırtında taşıdığı her an kamburu yavaş yavaş düzeliyormuş. Nihayet beyaz eve varmışlar. Kızlarını çok merak eden anne ve baba kızlarına sarılıp ağlamışlar. Mavilla'ya sayısız teşekkür edip , onlardan bir şey dilemesini istemişler ama Mavilla ,

-Ben iyilik olması için taşıdım kızınızı , karşılık istemek için değil

demiş ve el sallayarak yoluna devam etmiş. O kadar yorgunmuş ki niyeti oturup dinlenmekmiş. Tam taze çimenlere oturacağı anda bir kişneme duymuş. Sesin geldiği yöne bakmış , birde ne görsün. Leylak renginde muhteşem bir at. Atın yeleleri ve kuyruğu da mor renkteymiş. Atın güzelliğinden büyülenen Mavilla ata doğru yaklaşmış. At kaçmamış çünkü acil yardıma ihtiyacı varmış. Yeşilliklerden yemek isterken diline büyük bir diken saplanmış. Dilini uzatarak Mavilla'nın dikeni görmesini sağlamış. Mavilla elleriyle usulca dikeni çekmiş ve bu güzel atı acılarından kurtarmış. At sevgiyle ve şükranla Mavilla'nın kel başını yalamış. Anında Mavilla'nın başından sarı saçlar fışkırmış ama Mavilla bukle bukle sarı saçlarından habersizmiş.

Tüm bunlar yaşanırken Kral Mavir'in ülkesinde hazine odası boşalmış. Mavir'in altınları israf etmesi yüzünden ülkede fakirlik başlamış. Halk söylenmeye başlamış.

-Böyle olmayacak. Keşke prens Mavilla kral olsaydı , çirkindi ama iyi kalpliydi , çil çil altınları israf etmezdi , iyilik için uğraşırdı. Biz hata ettik

demişler ve Mavilla'yı bulup tahta oturtmak için yola düşüp aramaya başlamışlar.
Mavilla ise yaptığı iyilikler için mutlu olsa da , uğradığı haksızlıklar aklına düşünce içini hüzün kaplıyormuş. Annesini düşünüyormuş hep. Ona kavuşmak istiyormuş. Aslında istediği ''sevilmek'' imiş. Bu düşünceler içerisindeyken kendisine kalabalık bir gurubun yaklaştığını fark edememiş. Kalabalıktan birisi Mavilla'ya yaklaşarak ,

-Yakışıklı beyim acaba buralardan arkadaki krallığın prensi Mavilla geçti mi ?. Onu gördünüz mü ?

diye sormuş. Mavilla çok şaşırmış.

-Mavilla benim. Tanımadınız mı beni ?

demiş ama krallık halkı inanmamış.

-Asil beyim siz çok güzelsiniz. Bizim aradığımız prens Mavilla kambur , kel kafalı , uzun karga burunlu idi. Siz ise bir güneş gibi parıldıyorsunuz

Bu sözlerin üzerine Mavilla hemen en yakındaki dereye doğru koşmuş. Sudaki yansımasına bakmış. Gözlerine inanamamış. Hayallerinden bile daha güzel görünüyormuş. Bu , kalbindeki güzelliğin dışa yansımasıymış.

Krallıktan gelen insanlara cebinden krallık mührünü çıkarıp göstermiş. Birlikte saraya dönmüşler. Mavir'in yerine iyi kalpli Mavilla tahta geçip kral olmuş. Hazine günden güne dolmaya başlamış. Ülkedeki yardıma muhtaç insanları bir bir tespit ettirmiş Kral Mavilla ve hepsinin ihtiyaçlarını gidermiş.

Mavilla'nın yarım gün sırtında taşıyıp ailesine kavuşturduğu beyaz saçlı kız aslında periymiş. Saraya Kral Mavilla'yı görmeye gelmişler. Beyaz saçlı kızın peri anne ve peri babası ülke için mutluluk dilemiş. Peri kız ile Mavilla evlenmişler. Ülkedeki herkes çok mutluymuş.

Mavir'e ne mi olmuş ?
Sihirli ormanda yardıma ihtiyacı olan hiç kimseye yardım etmediği için içinin çirkinliği dışına yansımış. Yine de kendini çok beğeniyormuş. Ormanda ayna olmadığı için deredeki yansımasına bakıp bakıp duruyormuş. Bir gün ayağı kaymış ve boğulup gitmiş.


BULUT ÜLKESİNİN CÜCELERİ


Masmavi göklerin bembeyaz pamuk bulutlarında bulut cüceleri her zamanki gibi bulutların içine saklanıyorlarmış. Çünkü bulut ülkesinin en büyük bulutundaki devasa şatosunda yumuşak bulutların aksine taş kalpli kralları yaşıyormuş ve bu kral canının istediği herkesi değneğiyle itip bulutlardan aşağı atıyormuş. Korkusundan hiç kimse kralın karşısına çıkmaya cesaret edemiyor ve taş kalpli kral şatosundan çıkıp ülkesini gezeceği zaman bulutların içine saklanıyorlarmış.

Çok zaman geçmiş. Kral artık dolaşmaya çıktığında bulutların üzerinde konuşacak , azarlayacak hatta sohbet edecek kimseyi bulamıyor ve daha çok sinirleniyormuş. Daha fazla dayanamamış ve askerleri çağırmış.

-Tüm bulut cücelerine emrimi duyurun , her kim ben dolaşırken saklanmaz kendini gösterirse sihirli değneğim onun içinden geçen dileği anında yerine getirecek , demiş.
Askerler kralın dediğini hemen yapmışlar , çünkü onlarda bulutlardan aşağı atılmaktan çok korkuyorlarmış. Kral ertesi sabah heyecanla uyanıp dolaşmaya hemen çıkabilmek için çarçabuk hazırlanmış. Maalesef hiç kimsecikler yokmuş güzel bulut ülkesinde. Ertesi günde sonuç değişmemiş ama üçüncü gün yağmur bulutunun üzerinde bir oğlan cüce görmüş. 
Hemen yaklaşmış ,

-Adın ne senin

-Yağmur kralım

-Söyle bakalım benden korkmuyor musun ?

-Çok korkuyorum kralım

Bu söz karşısında taş kalpli kral şaşırmış.

-O zaman niye saklanmadın sende diğerleri gibi

-Çünkü kralım sana diyeceklerim var

-Neymiş bakalım ?

-Ama kralım beni de aşağıya atmadan önce dileğimi yerine getireceğinize söz vermenizi istiyorum sizden , yoksa hiçbir şey söylemem size

Kral sihirli değneğin dileği her ne ise anında yerine getireceğine dair söz vermiş çocuğa , içinden de ‘’en fazla pamuk şeker falan ister ’’ diye düşünüyormuş. Çocuk cüce başlamış anlatmaya,

-Yüce kralım sizin mutsuzluğunuz yüzünden tüm cüce halkımızda mutsuz oldu çünkü mutsuzluk da aynen mutluluk gibi bulaşıcı. Cücelerimiz sizin taş kalbiniz yüzünden güzel , yumuşacık bulutlarda neşeyle dans edip gülemiyorlar, halbuki yerlerde göklerde cennet gibi...

-Seni kendini bilmez cüce seni , seni şimdi atayım da gör bakalım cenneti , diye hiddetlenmiş kral.

-Ama kralım sözünüz var

Der demez sihirli değnek cüce çocuğun içinden geçeni anlayıp dileğini yerine getirmiş. Cüce çocuğun dileği gökkuşağının anahtarı imiş. Anahtarla gökkuşağı kapısını açmış ve kahkahalar atarak gökkuşağından kaymış ve yeryüzüne inmiş ama kralın yüzüne gerçekleri söylediği için içi çok rahatmış.

Gökkuşağının kapısının anahtarı cüce çocuk da kaldığı için kapı hep açık kalmış , kraldan korkanlar gökkuşağından kayarak ondan kaçıyorlarmış. Bulut ülkesinde her geçen gün daha az cüce kalıyormuş. Kral hatasını anlamış ve mutlu olmaya çalışmış. Cüce çocuk haklı çıkmış , mutluluk da gerçekten bulaşıcıymış ve bulut halkına da bulaşmış.

Artık bulutlardan neşeli kahkaha sesleri geliyormuş. Açık sözlü , cesur cüce çocuğu ise bir daha gören olmamış.




KIRMIZI SARDUNYA


Güzeller güzeli tatlı Ayşecik evde çok sıkılıyormuş çünkü anne ve babası çalıştığı için anneannesi ile kalıyor , anneannesi de Ayşecik'in bütün oynama isteklerini 'belim ağrıyor' yada 'yorgunum güzel torunum' diyerek geri çeviriyormuş.

Gece yatmadan önce camdan dışarı bakarak duasını ederken göklerde çok parlak bir yıldızın kaydığını görmüş , hemen dilek dilemiş . Ayşecik'in dileği yalnızlığından kurtulmakmış elbette.

Sabah her zamanki gibi bir gün yaşayacağını düşünen Ayşecik yataktan kalkmış ve hep yaptığı gibi saksıdaki kırmızı sardunyasını koklamış , en sevdiği kokuymuş bu.

-Hey bırak beni gıdıklanıyorum,   diye bir ses duymasıyla sıçraması bir olmuş

-Kim var , kim o !

-Benim Ayşecik günaydın , ben kırmızı sardunya

-Ama nasıl olur çiçekler konuşamaz ki !

-Gece tuttuğun dilek yüzünden arkadaşım , ben seni hep duyuyordum zaten , şimdi sende beni duyuyorsun ne güzel

Derken güçlü bir ses daha işitmiş.

-Açın şu camı da bende günaydın diyeyim , sarılıp ısıtayım arkadaşımı

Ayşecik şaşkına dönmüş , sesin nerden geldiğini anlayamamış önce ama camı da açmış , bir de ne görsün , muhteşem güzelliğiyle güneş onunla konuşmuyor mu ?

-Günaydın Ayşecik nihayet sende bizleri duyuyorsun artık

Sırayla büyük çınar ağacı , bir sokak köpeği ve iki minik kırlangıç daha günaydın demiş Ayşeciğe. Ayşecik heyecanla anneannesine koşmuş,

-Anneanne anneanne çiçek , köpek hatta güneş bile benimle konuştu
-Aa öylemi ne güzel işte torunum sende merak ettiklerini sor onlara o zaman , demiş.

Ayşecik anlamış anneannesinin ona inanmadığını ama üzülmemiş. Anneannesinin dediğini yapıp sorular sormuş konuşmuş onlarla. Minik kırlangıçlar  '' Kış geldiğinde camın önüne bizim için biraz ekmek kırıntısı koy lütfen '' demişler. Köpek '' Ben suda isterim '' diye havlamış. Ayşecik günün nasıl geçtiğini bile anlamamış , akşam olunca mutlulukla güzel rüyalara dalmış.

Sabah kalkmış ve 'günaydın' demiş kırmızı sardunyaya ama karşılık olarak sadece mis kokular gelmiş. Camı açıp güneşe bağırmış ,

-Günaydın

Yine karşılık olarak yüzünde bir sıcaklık hissetmiş sadece. Minik kırlangıçlara ekmek kırıntısı koymuş aceleyle , kuşlar hemen gelip gagalamaya başlamışlar ekmekleri ve dönüp Ayşeciğin gözlerinin içine minnetle bakmışlar. Ulu çınarda yapraklarını savurmuş . Ayşecik hayal kırıklığı içinde anneannesine koşmuş.

-Anneanne hiçbiri artık konuşmuyor benimle ama neden , diye ağlamış.

-Üzülme güzel torunum,    demiş anneannesi sevgiyle

-Onlar seni yine görüyor ve duyuyor. Yalnız değilsin sen , sende Tabiat Ana'yı , doğayı sev akıllı torunum , emin ol karşılığını fazlasıyla alırsın.

Ayşecik de biliyormuş hepsinin hala kendini duyduğunu ve artık yalnız hissetmiyormuş kendini. Zaten çok geçmeden evlerinin yanına çocukları olan bir aile taşınmış. Ayşecik artık çok mutluymuş.



YETENEK PERİSİ


Güneşli bir bahar sabahı gökyüzündeki yumuşacık bulutların üzerinde , parlak taşlarla süslü şatolarının bahçesinde Yetenek Perisi Peritozu ile Akıl Perisi Zekiperi dertleşiyorlarmış.

-Şu aşağı köydeki çocuklar top oynamaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar

diye üzüntüyle dert yanmış Peritozu.

-Oysa ki  yaparken zevk alınacak ne kadar da çok şey var ama onlar için varsa yoksa top , keşke içlerinden biri bir şeylerle uğraşsa da bende onların en çok istedikleri dileklerini gerçekleştirsem , canımda bu kadar sıkılmasa

Peritozuna üzülen Zekiperi hemen bir akıl vermiş.

-Sen o çocuklara bir yetenek versen olmaz mı Peritozu , mesela resim yeteneği , bir müzik aleti çalabilme yeteneği

-Olmaz  diye atlamış hemen Peritozu

-İlk önce onların içinden gelmesi , onların istemesi lazım , ah bir başlasalar neler yapacağım ama

**
Bulutların üstündeki bu konuşmalardan habersiz , aşağı köyde evinin kapısında dışarı çıkmaya hazırlanan Ahmet’e annesi kızıyormuş.

-Varsa yoksa top koşturun siz , başka işiniz yok mu sizin yahu ?

-Of anne sende taktın bizim şu topa , koşturuyoruz işte , başka ne yapalım ?

-Bak baban sana kendi sazını verdi , al eline de bir dene bakalım , belki seversin

-Olmaz anne maçımız var

Küt diye kapandı kapı , annesinin ağzı açık kaldı , çünkü Ahmet çoktan gitmişti.
Koşarak gidip arkadaşlarını buldu Ahmet , arkadaşları her zamanki yerlerindeydiler.
Köyün meydanındaki yaşlı Söğüt ağacının önünde , yere oturmuş Ahmet’i bekliyorlardı.

-Nerde kaldın Ahmet , seni bekliyoruz yarım saattir

diye bağırdı Metin.

-Off nerde kalacağım , Annem yine başladı ‘’ al sazı eline ‘’ diye 

-Alsaydın ya oğlum bizde oynardık , göbek atardık ne güzel , oh oh 

diye kıvırmış Serdar.

Bulutların üstündeki şatosundan inip , söğüt ağacının üzerinde , gizlice çocukların konuşmasını dinleyen Peritozu , Serdar’a gülerken neredeyse ağaçtan düşüyormuş , sihirli değneği de neredeyse Ahmet’in kafasına düşecekmiş.

Çocuklar da  gülüşüyorlarmış , top molalarında sohbet etmek en zevk aldıkları şeymiş.

-Sorma ya babamda bana diyor , yok efendim kasabadaki spor kursuna yazılacakmışım falan filan , bende ‘’baba ben zaten akşama kadar spor yapıyorum’’  dedim

Serdar’ın bu sözüne de gülüştüler , aslında hepsi çok akıllı çocuklardı , Ahmet dayanamadı.

-Ya arkadaşlar acaba denesek mi birşeyler , belki içimizden çok yetenekli ressamlar , şairler çıkar ne dersiniz ? 

Elif birden heyecanla ayağa kalktı , kollarını iki yana açıp , sevinçle bağırdı.

-Biliyor musunuz arkadaşlar bize geçen gün teyzem geldi , bana boya kalemleri getirmiş , öyle güzel renkleri var ki , sizin kaçan toplarınızın peşinden koşacağıma acaba resim mi  yapsam , zaten beni oyuna almıyorsunuz 

Suratını astı , sonra elini çenesine koyup biraz düşündü.

-Acaba ne resmi yapsam ?

‘’Beni yap , beni yap ‘’ diye bağırdı Ahmet. Gülüşmekten topu unutmuşlardı , derken en kısa boyluları ve en küçükleri yedi yaşındaki Can’ın aklına geldi top.

-Arkadaşlar topu unuttunuz , hadi kalksanıza

Ama artık hiçbirinin canı top oynamak istemiyordu , hepsi ben ne yapabilirim diye düşünüyordu , derken Metin utangaç utangaç konuştu.

-Aslında ben güzel şiir yazarım

Bir sessizlik oldu , şaşırmışlardı.

-Hiç bilmiyordum 

dedi Ahmet.

-Niye bize hiç söylemedin

-Ne bileyim dalga geçersiniz diye heralde

-Niye dalga geçelim canım , belki büyüyünce meşhur bir şair olursun , bizde hava atarız ‘’bak bu benim çocukluk arkadaşım’’ diye 

-Bu küçükken hep gol yerdi deriz

Can gülmesini kesip sordu.

-İyi de arkadaşlar ne yapacağız ki 

-Ben biliyorum , gideceğiz ve Bilge Muhtara soracağız , o bize söyler ne yapacağımızı 

Hepsi sevindi. Bilge Muhtar köyün en yaşlısı ve en bilge kişisiydi. O herşeyi bilirdi , hemen ayağa kalktılar ve Bilge Muhtarın evinin yolunu tuttular.

**
-Kimdir o ?

diye bağırdı Bilge Muhtar.

-Aa çocuklar sizmisiniz , hoşgeldiniz , hadi gelin içeri 

Eve girer girmez Ahmet hemen söze girdi.

-Bilge Muhtar amca bize bir akıl lazım 

-Akıl mı ?  Hayırdır çocuklar , anlatın bakalım 

-Biz bir şeyler yapıp uğraşmak istiyoruz ama elimizden ne gelir bilmiyoruz , annem bana saz çal diyor ama beş kişiyiz hepimizin sazı yok ki 

-Hımm anladım hobi istiyorsunuz yani 

-Hobi mi ?  O da ne ? 

Çocuklar şaşırmıştı. Bilge Muhtar güldü.

-Benim akıllı çocuklarım o istediğiniz şeyin adı hobidir. Hobi boş vakitleri eğlenceli ve güzel kılar , herkesin bir hobisi olmalıdır aslında , sizde çok iyi düşünmüşsünüz , aferin size , aferin 

-İyi ama ne yapacağız

-Ne mi ?  durun bir düşüneyim , evet buldum 

diyerek sakalını sıvazladı Bilge Muhtar.

-Ahmet sen  sazı bir dene bakalım , Metin sen...

der demez çocuklar bir ağızdan bağırdı.

-O  şair Bilge Muhtar amca 

-Aa öylemi tamam sen şairliğe devam Metin , Elif sen...

yine çocuklar bir ağızdan bağırdı.

-O da ressam Bilge Muhtar amca 

-Eee siz bulmuşsunuz işte ne yapacağınızı bana niye geldiniz ?

-İyi ama Bilge Muhtar amca Serdar’la Can ne yapacak ?

-O kolay 

dedi Bilge Muhtar.

-Serdar sen kukla oyununa bayılırsın sende kuklacı ol 

Serdar şaşırmıştı.

-Ben nasıl yaparım hem zor hem de benim hiç kuklam yok ki 

Bilge Muhtar yavaşça kalktı yerinden gitti karşıdaki dolabı açtı , içinden çok güzel iki kukla çıkardı , elbiseleri parıl parıl parlıyordu kuklaların , çocukların gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmıştı.

-Al bakalım oğlum Serdar , bunlarda benden sana başlangıç hediyesi olsun , Can oğlum sana gelince , sen hayvanları çok seversin , onlarla oynar , anlaşırsın , sende en sevdiğin hayvanı seç bakalım 

-Ben hepsini severim Bilge Muhtar amca ama

derken gözü kafesteki kanaryalara takıldı. Ne kadar da güzellerdi.

-Heralde en çok , evet en çok kuşları severim 

-Tamam o zaman sende kuş besleyeceksin

dedi Bilge Muhtar ve yine ayağa kalktı , gitti kafesin içinden en tombulunu yavaşça aldı ve Can’a uzattı.

-Al bunu , ötüşü evine neşe getirir ama unutma iyi bakım ister ve sana yakında bir sürprizi olabilir 

diyerek Can’a gizlice göz kırptı.

Çocuklar sırayla Bilge Muhtarın elini öptüler ve bol bol teşekkür ederek çıktılar.
**
Bilge Muhtarın evinin bitişiğinde , arkadaşları Osman oturuyordu. Osman top peşinde koşarken ayak bileğini incitmişti. Ayağı iyileşene kadar ayağa kalkması , yürümesi yasaktı. Onu bahçede , ağaç dibinde otururken görünce hemen yanına koştular , heyecanla olup biteni anlattılar , kanaryayı ve kuklaları gösterdiler , Osman içinden ‘’şunlara bak iki gün sonra doğum günüm var ama hiçbiri hatırlamıyor , demek ki gözden uzak olan gönülden de uzak oluyormuş’’ diye düşünerek üzüldü , suratını astı.Çocuklar Osman’ın yanından ayrılınca Ahmet diğerlerine döndü.

-Arkadaşlar Osman’ın iki gün sonra doğum günü var ama benim hiç param yok , zaten harçlığım kuş kadar birşeydi oda uçtu gitti 

dedi. Yine gülüştüler ama hepsi aynı durumdaydı , hiçbirinin parası yoktu , ne yapacaklarını düşünerek evlerine dağıldılar.

Eve varır varmaz hepsi hemen yeni hobilerinin ilk çalışmalarına başladılar. Can bahçede kafes yapabileceği birşeyler arıyordu. Elif rengarenk boya kalemlerini sermişti halıya. Metin elinde kağıt kalem nerden başlasam diye düşünüyordu. Serdar kuklalara bayılmıştı , iplerini çekerek onlar konuşuyormuş gibi kendisi konuşup gülüyordu. Ahmet ise elinde sazı çok kötü sesler çıkarıyordu.

Ahmet’in annesi kapı arkasından kötü seslere aldırış etmeden oğlunu gözetliyor ve onunla gurur duyuyordu. Yoruluncaya kadar uğraştılar ama ilk akşam hiçbiri başarılı olamadı , hobi de ne zor işti böyle.

Moralleri bozuk , başlarını  yastığa koyar koymaz uykuya daldılar. Gece Yetenek Perisi Peritozu gelip , gurur duyduğu bu akıllı çocukların hepsinin başucunda sihirli değneğini üç kez salladı , sihirli değnekten çıkan pırıl pırıl altın rengi tozlar çocukları aydınlattı ama hiçbiri bunu göremedi.

**
Sabah hepsi kalkıp hemen hobilerine koştular , artık evde hiçbirinin canı sıkılmıyordu.
Anneleri ‘’ hayır , ilk önce kahvaltı yapılacak ‘’ diye kızınca önce kahvaltılarını yapıp sonra yine hobilerine koştular , hobi zordu  belki ama ne kadar da zevkliydi.

Öğlen olunca köyün meydanındaki söğüt ağacına istemeye istemeye gidip buluştular. Yarım saat kadar top oynadılar , aslında hepsi top oynamak değil , eve hobilerinin yanına koşup gitmek istiyorlardı. Nihayet Metin;

-Arkadaşlar topu daha sonra oynasak olmaz mı , benim şiirim yarım kaldı , gidip tamamlamak istiyorum

deyince hemen kabul ettiler ve eve koşmaya başladılar.

**
Ertesi gün neşeyle kalktılar , çünkü bugün Osman’ın doğum günüydü , kahvaltılarını yapıp , dişlerini fırçaladılar , en güzel elbiselerini giydiler. Elif annesine saçlarını güzel bir atkuyruğu yaptırmıştı.

Aynı yerde  buluşup beş arkadaş beraber Osman’ın evine gittiler.

Osman onları görünce çok sevindi , unuttuklarını sanıyordu ama hepsi oradaydı , çok mutlu oldu. Osman’ın annesi meyveli kek , patates salatası ve ayran hazırlamıştı , afiyetle yediler ama bir şeyler eksikti sanki , eğlenemiyorlardı. Ahmet daha fazla dayanamayıp ayağa kalktı , sazını çıkardı ve başladı şarkı söylemeye.

       ‘’ Bizim köyün dağları hep sistir , sis sis
          Bizim köyün çiçekleri hep mis kokar , mis mis ‘’

Diğerleri de el şaklatarak başladılar oynamaya , nihayet eğlenmeye başlamışlardı. Sonra Metin ayağa kalktı ve Osman’a yazdığı şiiri yüksek sesle okudu.

                 ‘’ Ne yazık ki ben tek kardeşim
                     Bu bazen canımı sıkar ,
                     Ama kardeş gibi
                    Canım arkadaşlarım var. ‘’

Osman çok duygulandı ve mutlu oldu , diğerleri ayağa fırlayıp Metin’i alkışladılar.
Elif ise Osman’ın bahçede otururken resmini yapmıştı. Utanarak resmi Osman’a uzattı.
-‘’Bunu sakla arkadaşım , buna baktıkça bahçede oturduğun günleri hatırlar daha dikkatli olur , ayağını bir daha kırmazsın , dikkat edersin ‘’

Hepsi birden gülüştüler. Osman resmini çok beğenmişti. İlk defa birisi onun resmini yapıyordu. Resmi odasında duvara asacağını söyleyerek aldı Elif’den , sonra Serdar fırladı ayağa.

-Sıra bende oturun bakalım arkadaşlar 

dedi. Hazırlıklarını yaptı , kukla oyununa başladı , çocuklar hiçbir zaman bu kadar eğlenmediklerini düşündüler , ne kadar güzel bir gündü. Kukla oyununda çok güldüler çünkü Serdar kuklalardan birine Osman adını takmıştı ve kukla Osman çok komikti. Top oynarken yere düşüyor ,‘’ yandım anam ‘’ diye bağırıyordu.

Günün en şaşırtan şeyi ise Bilge Muhtar amcanın bahsettiği sürpriz idi. Tombul ve güzel sarı kanarya akşam yumurtlamıştı , bebek kanarya artık Osman'ındı. Nihayet Osman’ında bir hobisi olmuştu.

O gün doyasıya eğlenip , doyasıya güldüler. Hepsi bir işe yaradıklarını düşünüyor ve kendilerini çok yetenekli ve özel hissediyorlardı. Haklıydılar. Harika şeyler hazırlamışlardı ve hayatlarının en güzel gününü yaşamışlardı.

**
Hobilerine devam ettiler.
Akıl Perisi Zekiperi’de arkadaşı Peritozu’yla beraber çocuklara akıltozu serpmeye başladı.
Onlar hobilerine devam ettikçe Yetenek Perisi Peritozu’da altın rengi tozlarını onlara serpmeye devam etti.
Böylelikle her geçen gün daha mutlu ve daha başarılı oldular.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder